Kabil’i Yetiştirmek

Bu kitap, genellikle erkek çocuklarla çalışan iki uzman tarafından yazılmış. Oğlan çocukları ile ilgili toplumdaki algıyı değiştirmek isteyen yazarlar, “Oğlanların Duygusal Yaşamını Korumak” alt başlığını koymuşlar.

Kitabı benim için ilginç kılan şeylerden biri, yazarlarından Michael’in kendi babası ile ilgili olarak yazdıkları:

Empati yeteneğimi borçlu olduğum annem -sürekli büyük üzüntü çeken, derin bir duygu insanı- “Michael ile babasını hep ayrı tutmak gerekiyordu çünkü durmadan kavga ederlerdi”, derdi. Keşke müdahale etmeseydi ve ilişkimizi bu şekilde yönetmeseydi. Aramızdaki rekabeti, çatışmayı ve birbirimize girme ihtiyacımızı anlamadı. Babam ölene dek onunla sürekli yakınlık kurma girişiminde bulunduk. O artık aramızda değil. Bu kitabın yazımı sırasında öldü. Yine de Geoffrey Wolff’un The Duke of Deception (Aldatmacanın Şahı) kitabında dediği gibi, “babam aklımdan hiçbir zaman tamamen çıkmıyor.”

Bir okulda sıkıntı yaşayan oğlan çocuklarıyla görüşen yazar, hepsinin farklı hikayesi olsa da, yaşananların aslında soyutlanmışlık ve yetersiz duygusal bilinç yüzünden olduğunu ifade ediyor. Yapmaya çalıştıklarının, oğlanlara duygusal okuryazarlığı öğretmek olduğu söylenilen kitapta, duyguyu tanıma, onu adlandırma ve kaynağını bulmasına yardımcı olmanın öneminden bahsediliyor. Duygusal okuryazarlığın üç aşamada inşa edilebileceğini söyleyen yazar, bunları şu şekilde sıralıyor:

  1. Duygularımızı tanımak ve isimlendirmek
  2. Sesin, yüz ifadesinin veya beden dilinin duygusal içeriğini ayırt etmek
  3. Duygu halini yaratan tepkiler ve durumları anlamak

Toplumun oğlanlara farklı bir gözle baktığını belirten yazar, aslında onların da kızlar gibi duygusal bağlantı kurduğunu hissetmeye ihtiyaçları olduğunu vurguluyor. Bir oğlanın, duyguların erkek yaşamında da yeri olduğunu görmesi ve buna inanması için etrafında doğru rol modelleri bulunmasının önemi üzerinde duruluyor.

Erkek çocukların kavgacı olmasının testosterona bağlanmasının yanlış bir inanış olduğunun söylendiği kitapta, bununla ilgili araştırmalara yer verilmiş. Dünya üzerindeki saldırgan olmayan topluluklardan bahsedilerek, -Semailer, Hutteritler, Amişler- bunun bir nevi kültürel bir davranış olduğu ifade edilmiş. Kısacası yetiştirme şeklinin büyük önemi var:

Oğlanlar en sevdikleri öğretmeni veya antrenörü genelde duygusal mentor olarak görür. Ama oğlanların kendilerine dair görüşleri ve duygusal okuryazar olma istekleri üzerinde asıl anne babaların benzersiz ve güçlü bir etkisi vardır. Ebeveynler bu noktada duygusal bağlantı ve empati konularında örnek teşkil edebilirler. Oğulları hislerini ifade ederken onu yargılamadan dinleyebilir, çözüm dayatmadan sorunlarına kulak verebilirler.

İlköğretimin dişil bir alan olduğunu söyleyen yazarlar, erken dönem okul yıllarının oğlanlara gizli yaralar açtığını dile getiriyorlar. Tüm öğrenim hayatını şekillendiren kişisel öğrenme kalıbının üçüncü sınıfta çoktan yerleşmiş olduğu, bu zamana kadar geçen sürede, oğlanların toyluk ve sıklıkla deneyimledikleri uyum eksikliği yüzünden başarısızlık yaşadıkları ifade ediliyor.

Toplumsal kabul gören yıkıcı oğlan arketiplerinden de bahsedilen kitapta, Platon’un oğlanlar için, “bütün vahşi hayvanlar arasında zapt edilmesi en zor olan” olarak nitelendirdiği söyleniyor. Bu bakış açısıyla oğlanları vahşi ve tehditkar gördüğümüzde, onlara sert bir şekilde karşılık verme, azarlama, gereğinden fazla düzeltme, gaddarlık derecesinde kontrolcü olmaya kendimizde hak gördüğümüz, oğlanların ise buna karşılık olarak, zıtlaşarak ve başkaldırarak tepki verdiği ifade edilmiş. Bir başka şekilde herşeye hakkı olan bir prensmiş gibi davranıldığında ise, onu başkalarıyla dirayetli ve makul biçimde çalışıp yaşamayı öğrenmekten alıkoymuş olmanın yanında, olumsuz davranışlarının sonuçlarıyla yüzleşmesinden alıkoymuş, başkalarına karşı eylem ve davranışlarında daha yetersiz bir ahlaki standarda sebep olmuş olacağımız belirtiliyor. Ayrıca “yarının erkeği” olacak diye muaf tuttuğumuz makul beklentilerimiz neticesinde, empati ve sorumluluk gibi davranışlardan uzak yetiştirdiğimizde “herşeyi kendinde hak görme” öğretisini geliştirmiş olacağımız söylenmiş. Tüm bu kalıpların sonuçta gene erkek çocuklarına zarar vereceği de ifade edilmiş.

Oğlanların hareketliliğinin yanlış yorumlanmasının da görülen en yaygın tavırlardan olduğunun söylendiği kitapta, bir oğlanın utanç, öfke, üzüntü gibi hislerle yaşadığı duygusal çalkantı ve bu hisleri ifade etmekte çektiği zorluk da yüksek bir hareketliliğe ve dürtüselliğe yol açabilir denilmektedir.

Kitapta genel yaklaşım olarak kızlar için kullanılan duygusal yaklaşımlara, -öyle görünmüyor olsalar da- erkek çocuklarının da ihtiyacının olduğu yönünde. Sadece bunları ifade tarzları farklı.

Sert disiplin yöntemleri uygulamanın bir işe yaramayacağı gibi, çocukken dövülen, utandırılan ve aşağılanan erkeklerin bunların acısını dünyadan çıkaracakları söylenmiş.

Klasik psikanaliz iç çatışmalarınızın, dürtülerinizin, arzularınızın ve beklenmedik öfkelerinizin en derin, en karanlık köşelerine yaptığınız keşifte size rehberlik edebilir. Bu yolla kendiniz hakkında çok şey öğrenebilirsiniz. Ancak, karanlık dürtülerinizi size gerçek anlamda gösteren, bir çocuğumuz olmasıdır. Hakikaten, ebeveyn olmak, sizi en kontrolsüz ve nahoş dürtülerinizle bağlantıya geçirecektir.

Sonuçta oğlanlar, beklentileri, kuralları ve riayet taleplerini sanki umursamıyormuş gibi görünürler. Bu da en iyi niyetli ebeveyni bile uçlara iter.

Nedense çok tanıdık geldi bana bu duygular 🙂

Kitapta, iyi ve nitelikli disiplinin, oğlanları ve enerjilerini zaptedebileceğini, özkontrol ve ahlaklı davranış gibi dersleri öğrenebilmek için, ihtiyaç duyduğu fiziksel ve duygusal güvenlik hissini sağlayabileceği belirtilmiş:

Nitelikli disiplin tutarlıdır; hem iyice düşünülmüş, açık beklentiler tanımlamayı hem de şefkatli bir yetişkin rehberliği sunmayı öngörür. Nitelikli disiplin çocuğa seslenir ve onu etkin şekilde sürece dahil eder; soyutlanmayı değil, temas kurmayı teşvik eder; oğlanı odasına göndermek yerine onu da istişareye katar. Nitelikli disiplinde oğlan da bir danışmandır.

Kitapta, Zulüm Kültürü başlığı altında, oğlan çocuklarının ergenlikte birbirlerine yaptığı utanç verici ve küçük düşürücü olayların hissettirdiği duygulardan bahsediliyor.

Zulüm kültürü, hem bu dostluk, güven ve özsaygı kayıpları üzerinden, hem de erkeklerin o Büyük İmkansız’ına erişmek için gereken duygusal kapanma (duygusal işleyişi durdurma) yoluyla oğlanlara bir sessizlik yasası dayatır. Onlardan hiç konuşmadan acı çekmelerini ve başkalarının uğradığı zulme sessizce tanıklık etmelerini ister.

Babalar ve Oğullar başlığındaki bölümü, kitabın tamamını okumasalar da, tüm babaların okumasını tavsiye etmiş yazar. Bir erkeği pek az şeyin ağlatabileceği, yeri gelip ağladığında ise bunun hemen her zaman babasıyla ilgili olduğu söylenmiş.

Babalar ve oğullar karşılıksız kalmış bir sevgi anlatısının oyuncularıdır.

Baba figürünün, oğlanın kendine dair kanaatleri ve bunların gelişimi üzerinde son derece kuvvetli ve kapsamlı bir etkiye sahip olduğundan bahsedilen kitapta, bir baba ne kadar katlanılmaz olursa olsun, oğlanın, varlığının en derin yerinde babasını sevmek ve onun tarafından tanınıp sevilmek istediği belirtiliyor.

Duygusal sorunların altından kalkabilen, toparlanma gücü yüksek oğlanların çoğu, ailenin duygusal dokusunun bir parçası olabilmiş babaların çocuklarıdır. Bu babalar oğullarını önemsiyor ve bunu rahatlatıcı, tutarlı ve kalıcı yollarla gösteriyorlar.

Yazar, bebeğe bakım verme işlerinin, bir sevme, şefkat gösterme ve umursama ilişkisi kurmakta ve babanın da oğlan yaşamında sevgi dolu bir varlığı olmasını sağladığı, ancak çocuğun bakımına katkı sağlamayan erkeklerin, diskalifiye edilmiş baba haline geldikleri vurgulanmış.

Biraz büyüyüp de orta çocukluk dönemine gelindiğinde ise, babanın oyun ve müşterek faaliyet esnasındaki davranış tarzının, oğluna duyguları nasıl yöneteceğini öğreteceği, ergenlik ve yetişkinlik çağında sosyal durumlara taşıdığı sorun giderme stratejilerinin köklerinin, oyun sahasında ve aile ortamında babadan öğrendiği derslerden oluşacağı belirtilmiş. Eğer baba duygusal açıdan dürüst, samimi, düşünceli, çocuğa verdiği karşılıklarda esnek olabiliyorsa, oğlundan da saygı göreceği söylenmiş. Bu çocuklar için yetişkinliklerine dair fikirleri, babalarının onları nasıl gördüğüne bağlı imiş.

Ergenlikte hala babaya karşı ihtiyacın sürdüğü ancak ergenin bunu kabul etmek istemediği durumlardan bahsedilmiş. Bunun bir gerilim yaratacağı ve aralarına duvar çekebileceği ve yanlış anlaşılmalarla derinleşebileceği ifade edilmiş.

Oğulları kendilerine meydan okuduğunda anneler de babalar da gücenir. Olumsuz veya zıtlaşmacı davranışlar ikisini de yaralar. Buna rağmen pek çok anne, oğluyla arasındaki köprüyü tamir etmeye veya yenisini kurmaya çalışır. Çoğu baba ise öfkeli tepkiler verir ve kontrolü yeniden ele geçirmeye uğraşır.

Esirgenen övgülerin ve ölçüsüz eleştirilerin de, kişiyi derinden etkileyen uzun süreli sonuçlar yaratacağı bildirilen kitapta, bir baba-oğul ilişkisi ile muadili olan anne-oğul ilişkisinin hiçbir şekilde birbirine benzemeyeceğini belirterek Anneler ve Oğullar bölümüne geçilmiş.

Bir annenin oğluna duyduğu sevgide, kalbin tüm diğer duygularını aşan kalıcı ve şefkatli bir hassasiyet vardır.

Washington Irving

Bölüm bu alıntı ile başlıyor. Bu söz bir oğlan çocuğu sahibi olarak hoşuma gitse de, bir kız evlat olarak çok da iyi hissettirmedi 🙂

Yazar anne oğul arasındaki temel ilişkiyi şöyle tanımlamış:

Oğlan bir kaşiftir, annesi de “merkez üs”. Oğlan çocukluğu boyunca hem fiziksel hem de duygusal keşifleri sırasında, annesinden gelen emniyeti ve tanıdıklığı yanında taşır. Büyürken annesini tamamen kaybetmeden ondan ayrılabilmeyi ve kendini tamamen kaybetmeden de anneye dönmeyi becerebilmelidir. Annenin sevgisi de anneye paralel bir sorumluluk yükler. Yaşamın farklı aşamalarında oğlunun sahip olacağı ihtiyaçları anlamalı ve karşılayabilmelidir. Biz bu dengeye sahip ilişkilere senkronize diyoruz.

Bu tanım bana Teoman’ın “Anne ben geldim, dizlerin duruyor mu, başımı koyacak” dizelerini hatırlattı 🙂

Yazar, herhangi bir yaşta oğlunun annesinden ya da annenin oğlundan “vazgeçmek” zorunda kaldığı bir noktanın olmayacağını söylüyor. Tabi bunun yanında, özgürleşme süreçlerinde anneden kopuşun yaratacağı sorunlardan, beklentilerin engele dönüştüğü durumlardan da bahsediliyor. Cinsiyetler arasındaki uçuruma köprü kurmak isteyen her kadının anlaması gereken iki şey olduğunu söylüyor:

  1. “Orada” yani erkek tarafında, gerçekten farklı bir düşünce tarzı ve var oluş şekli bulunmaktadır.
  2. Bir kadın olarak sahip olduğu bakış açısı, oğlunun motivasyonlarını doğru tahlil etmesini her zaman sağlayamaz.

Kitapta anne-oğul arasındaki fiziksel yakınlığın önemine de değiniliyor:

Oğlan ile annesi arasındaki fiziksel yakınlık ister düşünceli kucaklaşmalarla ister de oyun maksatlı güreşlerle devam etsin, oğlanlar annenin o özenli dokunuşlarına ihtiyaç duyar ve onları isterler. Bu gerçek asla değişmeyecektir. Bir oğlanın annesi, fiziksel sıcaklığın duygusal rahatlığını ona cinsel olmayan çerçevede verebilecek az sayıdaki kadından biridir. Oğlanların gelecekteki fiziksel şefkat dilini konuşabilmesi için önce fiziksel şefkati tecrübe etmesi gerekir.

Annesi tarafından yetersiz ya da sevilemez göründüğüne inanan oğlanın büyük bir ıstırap çekeceği ifade edilirken aksi şöyle tanımlanmış:

Bir oğlan ergenliğin duygusal çalkantılarından ve zulüm kültüründen geçerken, annede oğluna sevildiğini ve saygıdeğer olduğunu hissettirirse, daha bilinçli tercihler yapabilmesi için onun kavrayışını genişletirse -daha ileriyi, daha derini görmesini veya farklı şekilde bakmasını sağlarsa- aralarındaki bağı bilgece kullanmış olur.

Kitap genellikle örnekler üzerinden ilerliyor. Yıllarca biriken terapi seansı notlarından da anlaşılacağı gibi, emek isteyen bir süreç bu. Duygularını tanımak, ifade etmek, akran zorbalığından, toplumun beklentilerinden kendini soyutlayabilmek bir oğlanın sağlıklı gelişimi için çok önemli. Toplum tarafından ona yüklenen güçlü ve yalnız olması, paylaşmaması yönündeki beklentiler çok çeşitli sorunlara neden oluyor. Aynı yaş grubundaki kızlar arkadaşları ile her şeyi paylaşırken, oğlanlar giderek yalnızlaşıyor. Oğlan soyutlanmış ve kayıp görünüyorsa neler olup bittiğine yakından bakmak gerektiğini söyleyen yazar, oğlanların depresyonunun çoğunlukla bir kayıptan doğduğunu söylüyor. Bu sadece ölüm değil, bir ilişki kaybı, çocukluk özelliklerinin kaybı, saygınlık kaybı olabilir.

Kitap, duygusal boşluğu doldurabilmek için içki ve uyuşturucu kullanımı konusuna da yer vermiş. Bunun bir anlamda erkekliğe geçişinin kanıtı olarak algılandığından bahsedilmiş. Sonraki bölüm ise kızlarla ilişkiler hakkında. Duygular aynı olsa bile, bu bölümde anlatılanlar, bizim toplumumuzla pek örtüşmüyor. Ya da ben örtüşmediğini düşünmek istiyorum 🙂

Öfke ve Şiddet başlığı taşıyan bölümde, şiddete yönelen oğlanın, duygusal tepkileri kontrol etmeyi sağlayan psikolojik yetenek ve mekanizmalara yeteri kadar sahip olmaması sonucu olduğu söyleniyor. Ebeveyn ve öğretmenlerin, oğlanların duygusal sınavlardan hiddete kapılmadan geçmesini sağlayacak duygusal okuryazarlık becerilerini kazanmalarına yardım etmeleri gerektiğini vurguluyor:

  • Yaşam her zaman adil değildir. Bunu kabul etmeyi öğrenmen gerekli.
  • Her öfkelendiğinde çevrendeki insanları incitip duramazsın.
  • Bulunduğun davranışların başkalarını nasıl etkilediğini düşünmen gerek.
  • Olmayan tehditler görme etrafında.
  • Öfkeni kontrol etmek seni “hanım evladı” yapmaz.

Yazar burada kitabın adına atıfta bulunuyor ve saldırgan oğlanlarda Kabil’in mirasını gördüğümüzü söylüyor:

Düş kırıklığına uğrayan veya saygı görmediğini düşünen, hüsrana uğratılan veya utandırılan oğlanlar öfkelenir ve sonunda saldırır.

Yazar, öfkeli duygular ile şiddet eylemleri arasında çok küçük bir tampon bölge olduğu, eğer oğlanlar ve erkeklerde biraz daha empati ve özkontrol olsa, durumları biraz daha iyi okuyabilseler, daha az öfkelenip, eylemler yerine sözcükleri kullanmaya kararlı olsalar ve bu olgunluğa erişseler, erkek şiddetinin büyük oranda önlenebileceğini söylüyor. Bunu onlara öğretebileceğimizi ancak öncelikle bizim kavramamız gereken üç nokta olduğunu belirtiyor.

  • Oğlanların saldırı motivasyonu aslında saldırgan değil, “savunmacı” niteliktedir.
  • Oğlanlara, dünyayı tehditkar görecek ve bu tehdide karşı saldırganlık gösterecek bir zihinsel altyapı verilmiştir.
  • Oğlanlar çoğunlukla, kendilerini öfkelendiren şeyin ne olduğunu bilmez, bilse de kabul etmez.

Yazar ayrıca, hep suçlanan yüksek testosteron düzeyinin, saldırgan olma ile ilgisi olmadığına dair bir araştırmaya yer veriyor.

Oğlanların gereksindiği ilk ve en önemli şeyin, kendilerine geleneksel bakış açısından değil, bambaşka bir pencereden bakılması olduğu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, oğlanların duygu kapasitelerinin olmadığına veya bu kapasiteyi kullanmadığına dair çarpık görüşü terk etmek gerektiği olduğunu vurguluyor. Diğer önemli tutumun ise, oğlanlardan “çok fazla ve çok az” şey talep etmekten vazgeçmemiz gerektiği. Yani bir yandan gelişimsel olarak verebileceklerinden daha fazlasını beklemek ama bir yandan da özkontrol, empati, duygusal dürüstlük ve ahlaki sorumluluk gibi konularda beklentileri gereksiz ölçüde düşürmek.

Yazar, oğlanların duygusal yaşamını besleyip zenginleştirme ve koruma üzerine bazı önerilerde bulunmuş. Bunları uzun uzun anlatmış ama ben sadece ana başlıklarına yer vereceğim:

  • Oğlanların bir içsel yaşamı olmasına izin verin. Tam bir “duygu yelpazesi”ne, yani duyguların her türlüsüne sahip olmalarını kabul ve tasvip edin. Hem kendilerini daha iyi anlamaları hem de başkalarıyla daha etkili şekilde iletişim kurmaları için bir duygusal sözcük dağarcığı geliştirmelerine yardımcı olun.

Yazar, duygularını açıklamak için bir güvenli ortamın gerekliliğini vurgularken bunun nasıl oluşturulacağını tarif ediyor.

Peki, “güvenli ortam” deyip durduğumuz nedir ve ebeveynler güvenli ortamı nasıl yaratırlar? Aile içinde, bir “ritüel” niteliği taşıyan her şey duygusal “güvenlik” sağlama potansiyeline sahiptir, çünkü çocuk bu ritülel esnasında performans gösterme veya standart tutturma baskısının, yargılanma tehdidinin olmadığı güvenli bir alandadır.

  • Oğlanların yüksek bir etkinlik düzeyi olduğunu kabul edin ve bunu dışa vurabilecekleri güvenli alanlar oluşturun.
  • Oğlanlarla kendi dillerinde -gururlarını ve erilliklerini göz önünde tutan ve buna saygı gösteren biçimde- konuşun. Doğrudan olun; oğlanları danışman ve sorun çözen kişi konumuna getirin.
  • Duygusal cesaretin de cesaret olduğunu ve cesaret ile empatinin yaşamda gerçek birer güç kaynağı teşkil ettiğini oğlanlara öğretin.
  • Disiplini kişilik ve vicdan inşa edecek şekilde kullanın, kendinize düşman yaratacak şekilde değil.

En iyi disiplin tarzı ise çocuğun yetişkin sevgisi ve memnun etme arzusu üstüne bina edilir. Eğer bu dürtü saygı duyularak geliştirilirse oğlanlar her koşulda, sevgileri ve saygıları üzerinden erişilir olmayı sürdürecektir. Ama yerli yersiz utandırılan, sertçe cezalandırılan veya aşırı bir yetişkin öfkesine maruz bırakılan oğlanlar, otoriteye dirençle karşılık vermeye başlayacaklardır.

  • Erkekler arasındaki duygusal bağlanmanın örneklerini gösterin.
  • Oğlanlara erkek olmanın pek çok farklı yolu bulunduğunu öğretin.

Onlardan ahlaki ve manevi olarak çok şey talep etmeli ve çabalarını da desteklemeliyiz. Bizi memnun etmeye çalıştıkları sırada ise birer hüsran oldukları mesajını göndermemeliyiz. Oğlanın psikolojik açıdan güvenli bir büyüme çağı geçirmesi için onu sevdiğimizi, değerli gördüğümüzü, büyüyüp iyi bir insana dönüşeceğine inandığımızı bilmesi gerekir.

Yazar kitabı şu cümlelerle bitirmiş:

İnsan olmak, incinebilir olmaktır; bunu öğrendiğinizde ister oğlan olun ister de kız, cesur, özgüvenli ve üretken olmanızı mümkün kılacak sağlam temeli edinmişsiniz demektir. Artık incinebilir olduğunuzu kendinizden saklamanıza gerek kalmaz, böylece derin korkular besleyen ve en ufak şeyde paramparça olan birine dönüşmezsiniz.

Terapist olarak geçirdiğimiz yıllarda, ebeveynlerinin sevgisini almak istemeyen, onların yokluğu yüzünden eksik kalmış veya varlığı sayesinde olumsuzluklardan kurtulmuş hissetmeyen tek bir oğlanla bile karşılaşmadık. Güçlü ve sağlıklı oğlanları güçlü ve sağlıklı kılan öge, insan olduklarının kabul edilip onaylanmasıdır. Bunu yapacak fırsatı her gün, oğlanlarla olduğumuz her an buluyoruz aslında. O halde onlara her gün şu mesajı iletelim: Seni tanıyorum, sen bir oğlansın, -yaşam dolu, düşlerle dolu, hislerle dolu bir oğlan…

Kitabın son kısmında, okuma ve tartışma grupları için bir rehber verilmiş. Bu bölüm yazarlarla bir söyleşi ve tartışma konularını içeriyor.

Gelelim bir oğlan annesi olarak bu kitaptan neler kaldı aklımda:

  • Duyguyu tanımak ve duygu okuryazarlığı oğullarımıza öğretmemiz gereken en önemli özellik. Tabi öncelikle bunu kendimizin biliyor olması lazım.
  • Belirli bir yaştan sonra oğluma fiziksel temastan uzaklaşmamalıyım. Bu ilerideki şefkat davranışları açısından önemli.
  • Ebeveynin sevgisini hissetmek her yaşta gerekli.
  • Arkadaş çevresi özellikle ergenlikte çok büyük bir etken. Zulüm kültürüne karşı direnebilecek donanımı verebilmeliyim.

Oğlum 10 yaşını geçti ve neredeyse 11 olacak. Ben hala onu anlamaya çalışıyorum. Bu mümkün olacak mı bir gün bilemiyorum. Her yaş yeni duygular, yeni davranışlarla geliyor. Çocuk büyütmek sürekli bir öğrenci olmak anlaşılan. Karnemizi ileride çocuklarımızın vereceği zorlu bir eğitim süreci. Umarım kırıp dökmeden, kırsak bile bu duyguda kalabilen ve onu farkedebilen kişilere dönüşürüz. Büyütürken büyürüz…

Kitabın Künyesi: 
Kabil’i Yetiştirmek
Yazan : Dan Kindlon & Michael Thompson
Çeviren: Albina Ulutaşlı & Yiğit Ataman
Yayınevi : Görünmez Adam
Sayfa Sayısı : 365

İlgili Yazılar :

About yagizlahayat

4 Ağustos 2009 dan beri hayatımın yeni bir amacı var. Bu blog afacan oğlum Yağız'a ilk doğumgünü hediyesidir.
Bu yazı Okumalarım, Uncategorized içinde yayınlandı ve , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.