
Okuduğum kitapların devam niteliğinde çıkan kitaplar, beni her zaman kendilerine çekiyorlar. Yazar acaba yeni ne önerebilir diye merak ediyorum. Bu kitap da onlardan biri. Daha önce blogda bahsettiğim “Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli” kitabının yazarından, ergenlik dönemi için hazırlanmış. Bir ergeni bunları yapmaya nasıl razı edersiniz diye düşünmeye başlamıştım ki, kitabın daha çok ergenlerle uğraşanlar için olduğunu gördüm 🙂 Tabi onlar için de bazı öneriler var. Kitabın ekinde bir cd verilmiş. Buna eleştirimi hemen belirteyim. Bizim evde cd çalan bir alet kalmadı maalesef. Bir karekod daha çok işimize yarardı. Yayınevine yazdığımda, SoundCloud uygulamasında ses kayıtlarının olduğunu söyledi. Ancak sadece 2 kayıt olduğunu gördüm. Tamamı olsa çok işlevsel olabilirdi. Linkini ekleyeyim aşağıya:
Kitap tasarımıyla göz dolduruyor. İçinde resimler ve farklı yazı karakterleri ve yer yer kullanılan renklerle, okunması daha da kolay hale getirilmiş. Açılış sözleri ise çok tanıdık bir yerden 🙂
Yaşamda asıl olan,
Rumi
sevgiyi aramaktansa
içimize özenle inşa edilmiş olan
ve sevgiyi hissetmemizi önleyen
duvarları keşfetmektir.
Yazar, gerçek olaylardan örnekler verirken, sık sık kendi çocuklarıyla aralarındaki iletişime yer vermiş. Tepki vermeden önce, bir ara vermenin kıymetinden bahsetmiş.
“Duraksama” bize üzerinde bekleyebileceğimiz bir alan yaratır. “Temas” ise kendi hissettiklerimizle, bedenimizin verdiği tepkilerle ve bütün bunların içinde nefesin oynadığı rolle bağlantı kurabilme olanağını tanır. Bu ikisi ergenlerle birlikte yaşamanın tam farkındalık içinde olabilmesinin temel ilkeleridir.
Yazar kitabı çok önemli gördüğü üç kavramla ifade etmiş ve bunu bölümler olarak incelemiş: Cesaret, Merhamet, Güven.
Kusursuz ebeveynlik efsanesini kırmak için ebeveynlere cesaret gereklidir. Ayrıca çocuklarına olabilecekleri en iyi örnek olmalarında da gerekecektir. Dahası, zor durumlarla ve savunmasızlık, suçluluk, utanç ya da üzüntü gibi acı verici duygularla yüzleşebilmek için de cesaret gerekir. Sınırlar koyabilmek için cesaret elzemdir. Cesur dediğimiz kimseleri “yürekli” diye adlandırırız. Cesaret insana yüreğinin en derinlerinde kendisini korkutmakta olan ve aslında yüzleşmeyi istemeyeceği şeyleri görebilme fırsatı verir.
İnsanın kendi yüreğiyle temas kurabilmesi için merhamet gereklidir. Merhamet duygusu kişinin sıcak ve şefkatli bir sevgiyi verebilmesini ve alabilmesini sağladığı gibi, ona incindiği anlarda kolaylıkla sığınabileceği bir yer de sağlar. Hem kendimize hem de çevremizdekilere karşı duyulan merhametin özelliği, çekilen acıları azaltmaya ve mutluluğu öncelikli bir yere koymaya kendiliğinden duyulan bir arzudur. Eğitimde merhamet, özellikle bir engel karşısında duyguların bütün yoğunluğuna rağmen bilgelikle hareket edebilmek için zihnin doluluğuyla yüreğin doluluğu arasındaki dengeyi koruyabilme sanatıdır.
Son olarak güven, ebeveynler için çok önemlidir. Gerçekte durum böyle olmasa bile işlerin er geç yoluna gireceğine yönelik bir duygudur bu temelde. Üzerinde hiçbir gücümüz bulunmayan, beklemekten başka yapabilecek hiçbir şeyimizin olmadığı durumları kabullenmemiz gerektiğinde güven duyabilmek önemlidir. Eğer biz yeterince sabırlı olabilirsek sular er ya da geç çekilecektir. Bir tırtıl sonunda her zaman kelebeğe dönüşür. Kozayı çok erken açmamak koşuluyla buna daima güvenebilirsiniz. Ne zamanı ne denizin gelgitlerini ne de tırtılın dönüşümünü etkileyebilirsiniz ama kendi tepkilerinizi, tavırlarınızı ve edimlerinizi belirleyebilirsiniz.
Cesaret konusunu 5 ana başlıkta incelemiş yazar: Yargılamadan algılama cesareti, inceleme cesareti, duyguları kabul etme cesareti, stresle yüzleşme cesareti, sınır koyabilme cesareti.
Yazar, zihin ve beden arasında sağlam bir bağ kurabilmenin, ergenlik döneminin çalkantılarıyla uğraşan çocukları olan ebeveynler için vazgeçilmez olduğunu vurgularken, eğer kafanız bedeninize ve yüreğinize sıkıca bağlı durumdaysa kendinize ve çocuklarınıza özen gösterebilecek olmanın yanında, onlara da aynı şeyleri öğretebileceğimizi söylüyor. Pek çok insanın bedenini hissetmektense onu düşündüğünü belirten yazar, bedenle temasın önemini vurguluyor ve bununla ilgili alıştırmalardan bahsediyor.
Duyguları kabul etme cesareti gösterebilmenin öneminden bahsedilen kitapta, ebeveyn ve ergenlerin acı veren duyguları hissetmemek üzere başvurdukları mekanizmaların başlıcaları şu şekilde belirtilmiş:
- Kendilerini onlara bırakmak
- Onları bastırmak
- Onları yadsımak
Hoş ya da acı verici olsun, bir duygu belirdiğinde kendimizi o duyguya açmanın ya da kapamanın bir tercih olduğunu söyleyen yazar, duyguları hissetmeyi kabul etmemizin, kendimize iyi bakmayı öğrenmemizi sağlayacağını; o zaman bu durumda neye gereksinim duyduğumuzu araştırabileceğimizi ve bize neyin gerçekten faydası dokunabileceğini sorgulayabileceğimizi belirtmiş.
Hoşunuza gitmeyen duygulara doğrudan tepki vermediğiniz sürece huzur sanatında kendinizi geliştirebilirsiniz. İçinizdeki bütün dürtülerin farkına varmaya zaman ayırın ve geçmelerini bekleyin. Bu sayede yalnızca duygularınızı hissetme cesaretini değil, aynı zamanda bağırıp çağırmadan, sızlanıp yakınmadan ya da sıkıntılarınızı sözle ifade etmeden duygularınıza katlanma cesaretini de geliştirmiş olacaksınız. İçinizdeki rahatsızlığı, öfkeyi bastırmayın, bunların doğurdukları enerjinin içinizden geçip gitmesine izin verin. Bütün duygularınızı iyi niyetle, sabırla ve bir savaşçının cesaretiyle gözlemleyin. Onları hoş görün, yoğunluklarının ruh halinizle edimleriniz üzerindeki etkilerinin farkına varın. Ortaya çıktıklarında onları mevcut oldukları süre boyunca kendi hallerine bırakabilirsiniz. En acı verici duyumsamalarda da diğerlerinde de olup bitenleri ancak onları oldukları gibi bırakarak anlayabilirsiniz. Tıpkı bir ormanda bir geyiğe rastlamışsınız ve varlığınızın farkına varmasını istemiyormuşsunuz gibi dikkatli olun.
Ergenlik dönemindeki çocuğunuzla ilişkinizin zayıf noktalarının, bol miktarda gereksiz strese ve aşırı sinirlenmeye neden olacağını söyleyen yazar, duygusal manipülasyona maruz kalıp sürekli onların istediklerini yaptığımızda ise ergenlerin tutunabilecekleri bir dayanakları olmadığı izlenimine kapılacaklarını ve onlara boyun eğdirmeyi her başardıklarında, ebeveynlerinin yeterince güçlü olmadığını düşünerek kaygılanacaklarını belirtiyor. Bu durumun, bir direnişle karşılaşana kadar sürekli daha ileriye gitmelerine neden olacağını vurguluyor. Yani bir anlamda sınırları test ediyorlar.
Yazar, merhametten söz ederken, tıpkı oksijen maskesini önce kendimize takmamızın gerektiği gibi, kendimize karşı merhamet duymamızın önemini vurguluyor. Sanırım daha popüler bir tanımlama olarak öz şefkat diyebiliriz buna.
Zihnimizde ve yüreğimizde bir denge sağlamayı başardığımız anda merhametimiz yavaş yavaş artacaktır. Kendimizi eleştirmeye alışkın olduğumuz için bu çok kolay değildir. Otomatik tepkilerimiz içimizdeki kabuk bağlamamış yaralardan, karanlık acı ve üzüntü bölgelerinden gelmektedir. Ama üzerinde çalışmaya değer bir şeydir bu: Kendimizi reddettikçe, kendi acılarımızı, kederlerimizi kabul etmeye yanaşmadıkça çoğu zaman (istemsizce) çocuklarımızın acı ve üzüntülerini de yadsımaya başlarız.
İçimizde acıyan yerlere karşı merhamet duymaya başladığımızda, biz bunun farkında olmasak bile, duygularımızda iyileşme başlayacağını söyleyen yazar, bu acıyan yerlerimizle karşılaşmamızın, çocuklarımıza karşı fazla saldırgan, keskin, gevşek, kayıtsız ya da boyun eğmiş otomatik tepkiler verdiğimizin farkına vardığımız anlarda olabileceğini söylüyor. Sanırım bu muhteşem bir farkındalık anı.
İç dünyamızın farkına vararak onu tanımayı ve sevmeyi öğrendiğimizde çocuklarımızın mahremiyetlerini de sevebilmek için olanak yaratmış oluruz. Ancak bu kendimizi sevmeden mümkün olamaz. Kendi kendimize karşı mesafeli durduğumuz sürece çocuklarımızla temas kurmayı beceremeyiz. Kendimiz utanç, suçluluk ve özeleştiri altında gömülmüş haldeyken nasıl olup da çocuklarımıza saygıyla davranabiliriz?
Kitapta dinlemenin üzerinde de durulmuş. Yargısızca, sadece orada olarak dinlemek ve dinlediğini doğru bir şekilde -duyduğumuzu sandığımız şekilde değil- duymanın kıymetinden bahsedilmiş ve bununla ilgili alıştırmalara yer verilmiş. Ve bir ergenle yaşarken, bazen kuşkuya düşsek de hep aklımızda tutmamız gerekenleri şu şekilde ifade etmiş:
Kendileri ne derlerse desin, ne kadar bağırıp çağırsalar ya da bunu yadsımaya kalkışsalar bile ergen çocuklarınız aslında sizin düşmanınız değildir. Onlar sizi seviyordur. Siz onlar için dünyadaki en önemli kişisiniz. Sizin ilginize, varlığınıza ve merhametinize fazlasıyla gereksinimleri vardır. Yalnızca dünya üzerindeki hiç kimsenin bunu görmesini istemezler.
Çocuğumuzla kuracağımız samimi iletişimin, göz teması, sesimizin tınısı gibi vücut dilimizi de içine katarak, birbirimize değil, birbirimizle konuşarak sağlamamızın kıymetini anlatan yazar, yeterli şekilde iletişim kurabilmenin ilkelerini şu şekilde sıralamış:
- Onu ciddiye almak
- Onunla saygılı ve dürüst biçimde konuşmak
- Önceden hazır olan yanıtlarınızı geçici olarak parantez içine almak
- Sözleriniz ona iyi mi geliyor, yoksa onu incitiyor mu diye sorgulamak
- Duymayı isteyemeyebileceğiniz şeyleri de dinleyebilmek
Yazar, ergenlerin özgüvenlerinin, tartışmayla, bizim fikirlerimizi sorgulamayla, kendi gerçeklerini dile getirmeyle ve onların yerinde olsak bizim yapacağımızdan farklı tercihler yapmaya olanak bulmalarıyla gelişeceğini vurguluyor.
Ergenler için en önemli şeyin haklı olmak olduğu ve onlarla kurulacak iletişimde mesafe, karşılıklı saygı ve bir şeyleri laf arasında söyleyebilme yetisi gerektiği; bunun yanında onların ilgi gösterdikleri alanda (ki bu bizim için futbol) gerçek bir dikkatle yaklaşabilmenin kıymeti anlatılıyor.
Bazen ebeveynler olarak kusurluluğumuzu kabul etmenin özgürlüğünü çok güzel ifade etmiş yazar:
Yerin altında neler olduğuna göz atmak için ille de dünyamızın çökmesini beklemek gerekmez. Maskelerimizin üzerinde küçük çatlaklar belirmeye başladığı anda bunu kendimize ve başkalarına bakış açımızı değiştirmeye, kusursuz olmaya mecbur olmadığımızı kabul etmeye bir çağrı olarak görebiliriz. Olduğumuz gibi, “kusursuz”uz. Güvenin, bağ kurmanın, cesaretin ve merhametin kaynağında savunmasızlık ve kusurluluk bulunur. Bilgeliğin ve kabullenişi başlatmanın temeli budur: kusurluluğumuzu içtenlikle kabul etmek.
Elbette ki çocuklarımız için iyi şeyler arzu etmemizin anlaşılabilirliğinden bahseden yazar, bunların bazen de olamayabileceği ve takılı kalmanın bizi hüsrana, öfkeye ya da kayıtsızlığa sürükleyebileceğini söylemiş. Daha iyi bir perspektife, daha derin bir kavrayışa ulaşmak için kabullenme, sabır, güven ve bırakabilmenin önemli bir rol oynayacağını belirtmiş.
Ergenler söz konusu olduğunda bu kabullenme, onlarla aramızda farklılıklar olduğu gerçeğini, bu farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmadan, hiçbir şeyi değiştirmeye uğraşmadan benimseyebilmektir. Onların bizimle iş birliği yapmaya, bize cana yakın davranmaya ya da bizim için herhangi bir iyiliği karşılıksız yapmaya yanaşmadıkları anları kabul edebilmektir. Aynı zamanda bizim kusursuz ebeveyn olamadığımız, sabırsız davrandığımız ve kendi beklentilerimizin yerine getirilmesinden başka hiçbir şey istemediğimiz anların da kabul edilmesi gerekecektir.
Sabrı ise bir zaman doldurma meselesi değil, doğru anı yakalayabilme sorunu olarak açıklayan yazar, tırtılın kelebeğe dönüşü gibi, ergen çocuklarımızın da kendi zamanlarına ihtiyaçları olduğunu vurgulamış. Güven duygusu sayesinde, üzerinde güce sahip olmadığımız şeyleri kabullenerek suların çekilmesini beklemeye razı olabildiğimiz gibi, bırakabilmek de, bir süreci kontrol altına alma ya da zorlama dürtüsüne karşı direnme yetisi gösterebilmekle mümkün olabilir.
Değişim her zaman biz işlerin şimdi olduğundan başka türlü olmasını istediğimiz için gerçekleşmez: Değişimi istemekten vazgeçmeden kontrolü elden bırakabilmek gerekir. Bu sayede yaşamın kaçınılmaz cilveleriyle dilediğiniz gibi başa çıkabilme özgürlüğüne kavuşursunuz.
Yazar, nezaket üzerinde durduğu bölümde, dünyadaki kötülükleri durdurmak elimizde olmasa da, iyilikleri harekete geçirmemizin mümkün olacağını söylüyor. İşe kendimizden başlamamızı salık verirken, kendimize karşı nazik davranmayı denememizi ve kaba davrandığımızda içimizde nelerin değiştiğini gözlemlememizi öneriyor.
Bu kitabı özetleme sürecinde -ki bu benim için bir hayli uzun sürüyor- ses kayıtlarına ulaştım ve dinledim. Yönlendirmeli meditasyonlar ve vücut tarama kayıtları mevcut. Yani anda kalmamızı sağlayacak araçlar bunlar. Bu kitaptan yeni birşey öğrendim mi tam olarak bilemiyorum. Ama bana bir kere daha hatırlattığı şeyler var. Sanırım en önemli şeyler, bırakabilmek, akışa teslim olmak ve kabule geçebilmek.
Bir de sanırım, ergenlik dönemini aşılması gereken bir sorun olarak görmekten vazgeçip, yetişkinliğe adım atan çocuğumuzun gelişimine katkıda bulunabileceğimizin heyecanını taşıyabilmek gerekli. Bakış açımızı değiştirmekle başlamak lazım.
Bunun yanında kanımca, ergenlik dönemi duygularla ilgilenmek için çok geç. Hem kendi duygularımızla hem de çocuklarımızınkilerle ilgilenmek için ergenliği beklememek, daha küçüklerken duygu farkındalığını kazanabilmek gerekli.
Bu kitap beni bir yandan umutsuzluğa sürüklerken bir yandan da umut verdi. Yazarın kızı ile olan ilişkisini okurken, böyle bir kitabın yazarı bile bir şey yapamıyorsa ben ne yapabilirim ki duygusuna kapıldım. Ama sonunda ulaştıkları ilişki ve kızının kendi yolunu bulma yolculuğu, akışta kalabilmenin değerini anlattı. Halil Cibran’ın dediği gibi;
Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir.
Halil Cibran
Onlar, Hayat’ın kendine olan özleminin oğulları ve kızlarıdır.
Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil;
Ve sizle olsalar da, size ait değiller..
Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil;
Çünkü onların kendi düşünceleri olacaktır..
Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz; ama ruhları için değil;
Çünkü onların ruhları, yarın’ın evini mesken tutmuştur, sizin rüyalarınızda bile ziyaret edemiyeceğiniz..
Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil..
Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır..
Sizler, yaşayan oklar olarak çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız..
Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin.
Okçunun elleri altında sevinçle eğilin,
Çünkü o, uçan okları olduğu kadar, sarsılmaz yayları da çok sever..

Kitabın Künyesi: Ergenlik Döneminde Farkındalık Yazan : Eline Snel Çeviren: Hasan Can Utku Özgün Adı: Ruimte geven& dichtbij zijn Yayınevi : Pegasus Sayfa Sayısı : 180
İlgili Yazılar :
- Çocuğunuzla İşbirliği Yapın
- Çocuğunuza Sınır Koyma 2
- Çocuğunuza Sınır Koyma
- Yetenekli Çocuğun Dramı
- Çocuklarla El Ele Ebeveynlik
- Sevginin Fazlası
- Anne Baba ve Çocuk Arasında
- Hiperaktivite ve Hayat
- Kaygılı Çocuğa Yardım
- Etkili Anne Baba Eğitimi
- Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli
- Beni Ödülle Cezalandırma
- Bütün-Beyinli Çocuk
- Sabrımı Zorluyorsun!
- Konuş ki Dinlesin, Dinle ki Konuşsun
- Işığın Yolu
- Ebeveynlerle Sohbet
- Duygusal Zekası Yüksek Çocuklar Yetiştirmek
- Dramsız Disiplin
- İyi Aile Yoktur
- Dijital Dünyada Çocuk Büyütmek
- Çocuğunuzun Beynine Hoş Geldiniz
- Yetişin Çocuklar
- Duyu’lmak İstiyorum
- Kabil’i Yetiştirmek
- Ebeveynler İçin Farkındalık
- Ebeveynlikte Altın Saatler
- Evet Beyinli Çocuk
- Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk
- Ebeveynler İçin Sanatçının Yolu
- Ergen Beyin Rehberi
- Ergenliğe Geçişte Duygularla İletişim Becerileri